Ebrahim Al-khaffaf tarafından yazılmış
“Gemi, insanoğlunun inşa ettiği, en onur duyulası yapıdır.” Alman Deniz Müzesi’nin ortasında mumyalanmış olarak duran, bana nedense, doğal bir yapı gibi görünen on dördüncü yüzyıl Kogge’nin (ticari gemisi) iskeletini gördüğümde, aklıma gelen ilk şey, John Ruskin’in bu deyimi oldu.
Dahası, bu görüntü zihnimde, çocukluğumda duyduğum masallardan kalan birçok anıyı uyandırdı. Kogge tarihi her ne kadar benim kültürüme uzak olsa da, tam açıklayamadığım bir sebepten dolayı bana Mezopotamya ile ilgili çok eski bir hikayeyi anımsattı; Gılgamış Efsanesi’ni. Utnapiştim’in inşa ettiği, tüm insanlığın geleceğini kurtaran, muhteşem geminin eski efsanelerinden birini. Bu efsanede, insan neslini kurtarmanın ödülü olarak kendisine ölümsüzlük ve cennet tanrıları arasında güzel bir yer bahşedilmişti.
Sonrasında bu anı beni başka bir anıya sürükledi; hayatımda duyduğum ilk masal olan, herkesi felaketten kurtarmak için inşa ettiği, muhteşem gemi ile yıllarını harcayan, Nuh’un hikayesine.
Kogge’ye bakmaya devam ettikçe gerçek dünyadan iyice uzaklaşmaya başladım. Şimdi, Sinbad’ın seferlerini hatırlıyorum. Sinbad’ın gemisinin -hayali bile olsa- Hint Okyanusu civarlarında battığı yerin, Kogge’nin Bremen’de bulunan Weser Nehri’nin kıyısından çok uzakta olması dikkatimi çekiyor. Ve bu farkındalık beni gerçeğe döndürüyor. Daha sonra arkadaşıma bu bilinç karmaşasından bahsettiğimde, bana, hayallerimdeki karakterler ve Kogge’nin bulunduğu yer arasındaki uzak mesafeye rağmen, bazı akademisyenlerin hala Kogge’nin, bilinmeyen bir şekilde eski Mezopotamya gemilerinden türetilen, ünlü Arap Yelkenlisi için üretilmiş olabileceğine inandığını, söyledi. Sonra kendi kendime, “Eğer bu konuyu araştırırsam ve eğer bunu kanıtlayabilirsem, hayallerimi gerçeğe dönüştürebilirim.” diye düşündüm. Eğer tüm bunlar doğruysa, Kogge hakkındaki ilk izlenimim tesadüfi değil demektir. Ve bu sayede Kogge’nin Arap Yelkenlisi için yapılmış olabileceğini araştırmaya karar verdim. Ancak bunu şimdilik bir başka akademik makale için saklayıp, Kogge’nin keşfinin güzel hikayesi hakkında konuşmaya devam edelim.
1962’de Kogge’nin enkazı, Weser Nehri’nde yapılan zemin tarama çalışmaları esnasında bulunmuştur. Gemiyi nehirden tek parça halinde çıkarmak imkansızdır, bu nedenle parçalara ayrılmıştır. Ve bu parçalar, kurumak ve büzülmekten korunmak adına, öncelikle su havzalarında tutuldular ve daha sonra sağlam şekilde kalabilmeleri için bir tür sıvı içerisine
konuldular. Ve uzun süren çalışmalar sonucunda yapbozun parçaları, fotoğraflar ve kerestelerin numaraları temel alınarak birleştirildi ve Kogge’nin yeniden yapılandırması tamamlandı.
Kogge kalıntıların profesyonel bir ekip tarafından nehir yatağından kurtarılması, korunması ve yeniden yapılandırılması çalışması otuz yıldan fazla sürdü. Geminin eksik görüntüsüne ışık tutan birçok çalışmada, geminin 1380 yılındaki sel ile sürüklendiği varsayılmıştır. Bu Kogge, halk ile 2000’de, Bremerhaven’da 1975’te görkemli bir törenle açılan Alman Deniz Müzesi’nde buluşmuştur.
Mühürler ve diğer tarihi belgeler Kogge’nin varoluşunun onuncu yüzyıl civarına uzandığını göstermiştir. Ancak on ikinci yüzyılda Kogge’nin kullanımı daha fark edilebilir olmuştur. Ancak bu teoriler Kogge’nin bulunmasından önce ortaya atılmıştır. Ve Kogge’nin keşfi soruların doğasını değiştirmiştir, Kogge hem halkı hem de akademik bireyleri soru işareti ile dolu bir fırtınaya sürüklemiştir. “Kogge” teriminin özel bir gemi türüne mi yoksa taşıyıcı gemilere mi ithafen verilmiş olduğu kesinleşmemiştir. Bu nedenle Kogge’nin keşfi, “Kogge (= çark)” teriminin kendisini daha da bilinmez kılmıştır.
Gemi kalıntısının, bir yanında nehir suyunun görüldüğü Deniz Müzesi’nin ortasında dikildiğini görmek, hayalden de öte. Geminin eski tayfasının, Bremen Nehri’nden kim bilir nereye, belki Mezopotamya’ya gitmek için Koggele’rini tamamlamaya çalıştıklarını hayal etmeden durmak mümkün değil.
Tayfa, paha biçilemez bir değerin, daha sonra keşfedilmek üzere Bremen kıyılarında uykuya daldığını bilemeden, Kogge’lerinin açılışı yapılmadan batması nedeniyle çok mutsuz olmuş olmalıdır. Yani gemilerin insanları kurtardığı diğer hikayelerin aksine, durumun tam tersinin görüldüğü bir durum ile karşı karşıyayız.
Bremen Koggesi’nin benzersizliği, sadece şiirsel duyguları canlandırması ya da ortaçağlardan gelen nostaljik hisleri uyandırması ile sınırlı değil, aynı zamanda bu Kogge -ki bilinen en eski ortaçağ gemilerinden biri olduğu iddia edilmektedir- bu tarz gemiler hakkındaki iddialara şüphe ile bakanlar için bilimsel bir kanıt olma niteliğini taşımaktadır.
Daha önce belirttiğim gibi bu Kogge Deniz Müzesi’nin açılış nedeni ve müzenin diğer kısımlarında, çoğu Kogge ile bağlantılı olarak bulunan diğer parçalar hakkında da söylenecek çok şey var. Müzenin uzman ekibi Kogge’nin tüm küçük detaylarının ziyaretçiler tarafından görülebilir olmasına çabalamıştır. Bremen halkı arasında dolanan, 1962 yılında Kogge’nin sudan çıkarılmasından önce, deniz altında bulunan efsane hakkındaki konuşmalar ile başlamışlardır. Müzenin diğer bölümlerine Kogge ile bağlantılı ve o günün Bremen’ini açıklayan, zamanda yolculuk yaptırıp bizi o günlerin hisleri ile kuşatan, 1380’de Kogge’nin inşa edildiği günlerdeki durumu bize açıklayan, birçok obje, resim, film, ses kayıtları, dokunulabilir materyaller, okyanustan gelen kokulu parçalar, haritalar, ekipmanlar vb. yerleştirilmiştir. Bu atmosferi yaşamak çok kolay ve eğer siz de benim gibi hayalperest biri iseniz, bu atmosfer sizi sadece 1380 Bremen’ine götürmekle kalmayıp, M.Ö 3000 Mezopotamya’sına yollayacaktır.
Ebrahim Al-Khaffaf,
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi
Bilim Tarihi Bölümündeki
lisansüstü öğreniminin bir parçası olarak,
2 ay süresince Alman Maritime Müzesi’ne ziyaretlerde bulunmaktadır.
Kendisine aşağıdaki adresten ulaşabilirsiniz:
abraham_salim84@yahoo.com